Halil İbrahim Yenigün, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “aydın müsveddesi, sözde aydın, cahil, karanlık” gibi hakaretlerine maruz kalan akademisyenlerden biriydi. Geçen hafta Cem Küçük’ün hedef göstermesiyle işinden atıldı.
Yard. Doç. Dr. Halil İbrahim Yenigün, “Bu suça ortak olmayacağız” diyen barış bildirisini imzaladığı için öğretim üyesi olduğu İstanbul Ticaret Üniversitesi hakkında disiplin soruşturması başlatmış ve hocayı görevinden uzaklaştırmıştı. Star’ın yazarı Cem Küçük yazısına konu yapınca da karar hızlandırıldı ve Yenigün üniversiteden atıldı. Küçük, 20 Şubat’taki yazısında ‘PKK’lı akademisyen’ dediği Yenigün hakkında hiçbir işlem yapılmadığını, üniversitede çalışmaya ve maaş almaya devam ettiğini söylemiş 22 Şubat’taki yazısında da aynı ithamlara devam etmişti. MAZLUMDER genel sekreter yardımcılığını yürüten Halil İbrahim Yenigün aynı zamanda İslamcı düşüncenin şehitlerinden Sedat Yenigün’ün de oğlu. Cadı avında sıranın bir gün akademisyenlere geleceğini düşünüyormuş zaten. Dolayısıyla kendisinin ve diğer akademisyenlerin yaşadıklarına hiç şaşırmıyor. Yenigün’le sadece barış bildirisi ve yankılarını konuşmadık elbette. İslamcı düşüncenin fikir zeminin oluşturan babası Sedat Yenigün’ün cumhurbaşkanı Erdoğan’a abilik etmesine, bugün içerde ve dışarda yaşanan sorunlardan kimin sorumlu olduğuna ve MAZLUMDER’in Silopi raporuna varıncaya kadar birçok konudaki değerlendirmelerini dinledik.
Yayının deşifresi (hazırlayan Sedat Ateş):
RŞ: Şu anki durumunuzu bir özetler misiniz? Şu anda soruşturma var hakkınızda…
Yenigün: Evet, hakkımda üniversitenin başlatmış olduğu soruşturma var. Soruşturma bitinceye dek görevden uzaklaştırılmış durumdayım. Yani şu anda üniversiteme göremiyorum. Öyle bir noktadayım.
RŞ: Ne dersi veriyordunuz orada?
Yenigün: Orda, siyaset felsefesi benim esas alanım aslında, etik dersi, siyaset felsefesi dersi, siyaset bilimine giriş dersi ve Ortadoğu’ya giriş dersi veriyordum.
RŞ: Dört yıldır galiba.
Yenigün: Dört yıldır üniversite mezunuyum. Bir buçuk yıldır da, şu anda dördüncü dönemi tamamlamıştım galiba, evet, yardımcı doçent olarak görev yapmaktayım.
RŞ: ABD’den doktoralısınız diye biliyorum.
Yenigün: Evet, doktoram Virginia Üniversitesi’nden.
Mazlumder’in Dış İlişkiler Komitesi’nin Başkanlığını da yapan siyaset bilimci Yenigün, 1980’de MTTB’deki aktif çalışmaları sebebiyle şehid edilen Sedat Yenigün’ün de oğlu. Yenigün, Yeni Asya’ya gönderdiği açıklamada şu ifadeleri kullandı:
İslamcı olarak nitelenen bazı kesimlerin Seyyid Kutub çerçevesinde dile getirdiği veya dile getiremese de kabule hazır olduğu ‘Seyyid Kutub söyleminin bugüne hitâb etmediği’ saptaması yeni bir tartışmanın kapısını aralaması gerektiği kanaatindeyiz. Seyyid Kutub’u cahiliyyenin her türlüsüne yükseltilmiş bir itiraz ve vahyî soluğun kurucu metaforu olarak ele aldığımızda, Kutub’a yukarıdaki itirazı getirenlerin kahir ekserisinin pupa yelken aldıkları yolda artık kendilerine ağır gelen bir bagajdan, Kutub ‘kamburundan!’ kurtulmak ister gibidirler. Zira Kutub söylemi, bahsettigimiz kesimlerin, dünyanın yeni değilse de popüler değerleri limanlara demir atılmalarına pek de müsade etmemektedir. Söylemin gücü böyledir. Kutub’u kendi düşünce sistematiği içerisinde, yaşadığı dönemde ve yaşadığımız döneme dair izleriyle ele alıp konuştuk. Konuşurken, Kutub dendiğinde usanmış ve yorgun bakışların altından ‘o faslı atladığını hatta ‘aştığını’’ ima edenleri görür ve duyar gibi olduk. Aldırmadık. Zira biz bir fikrin izini sürüyorduk. Romantizmden ve hamasetten ısrarla uzak durmaya; fikrî hakikati / gerçekliği vakıanın süslü ve de yalancı büyüsüne ezdirmemeye gayret ettik. Sizleri sorgulamanın zorlu yolculuğuyla başbaşa bırakıyoruz.
-Konumuz ‘öze dönüş’ ve ‘ihya hareketi’. Konuyu analiz ederken kavramsal bir çerçeve ile başlamak istiyorum. Öze dönüş dendiğinde ilk akla gelen; ‘nefislerdeki özün’, ‘geleneğin’ ve ‘siyasalın’ vahyî dile evrimi… Kur’ân ve sünnete dönüş hareketi… ‘Öze Dönüş’ söyleminin tarihsel seyrine de değineceğiz fakat daha önce, siz ‘öze dönüş’ başlığını kökü/menşei itibari ile nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Aslında ben bu kavram ve ayrımları kendi çalışmalarımda da netleştirmek istemiştim. Neticede de üç anahtar kelime ile konuyu ele almayı tercih ettim: İhya, Islâh ve Tecdid. Bu üç kavram da hem İslâm düşünce geleneğinde var olan hem de bizim çağdaş dönem Müslüman düşüncesi ile alâkalı konuştuğumuzda birçok soruyu tavzih eden kavramlar.
Mısır, Firavun’a nispet yaparcasına birbiri ardına gelen diktatörlerce yönetilen bir ülke oldu hep. Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren yaşanan Hidivler dönemi, onun ardından da Cemal Abdül Nasır, Enver Sedat, Hüsnü Mübarek yıllar boyu ülkeyi halka rağmen tek adam olarak yönettiler. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da başlayan Arap Baharı’nın ülkenin kaderini değiştirdiği sanıldı.
Çünkü 2012 yılında ülkede ilk defa ülkede cumhurbaşkanı seçimle işbaşına geldi. Ancak ülkenin tek seçilmiş Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi iktidardaki bir yılını doldurmadan General Abdülfettah Sisi cuntası tarafından devrildi. Cuntacı Sisi’nin güdümündeki Mısır yargısı ise 1 yıldır İhvan hareketinin önde gelen isimlerine sözde suçlamalar yöneltiyor ve sorgusuz-sualsiz bir şekilde idama mahkûm ediliyor. İdam kararlarının sayısı bini geçmiş durumda.
Mısır’da 1960’lı yıllarda da durum çok farklı değildi. O dönem iktidardaki cunta lideri Cemal Abdül Nasır, İhvan‘ın önde gelenlerini sözde suçlamalarla idama çarptırmaktan çekinmiyordu. İdama mahkûm edilenlerden biri de Türkiye’de İslami çevrelerin, özellikle Fi Zilali Kur’an isimli tefsiriyle çok yakından tanıdığı Seyyid Kutub‘du. Seyyid Kutub, bundan 48 yıl önce 29 Ağustos 1966’da idam edilmişti.
Kutub’un fikirlerinin gelişimini, İhvan’la tanışmasını, hareket içindeki konumunu ve Kutub’a yönelik eleştirileri İstanbul Ticaret Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Yenigün‘le konuştuk.